Tarafların iddia ve savunma haklarını tam anlamıyla kullanabilmeleri kendilerine ispat etme hakkının verilmesiyle sağlanmıştır. Taraflar belirli süre ve usul kurallarına bağlı olarak mahkemeye sunacakları delillerle haklılıklarını ispat etmeye çalışacaklardır. Deliller ispat için hukuk düzeninin kabul ettiği araçlardır. Ancak delillerin değerlendirilmesinde de bir takım sınırlandırmalar mevcuttur. Kanunla getirilen düzenlemeler neticesinde yargılama makamının delillerin değerlendirmesi bakımından sınırlandırıldığını söylemek mümkündür. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda İspat ve Deliler başlığını taşıyan 189. Maddenin 2. Fıkrası “ Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz” demekte, 4. Fıkrasında ise “ bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir” demektedir. Bu hükümlerden anlaşılacağı gibi ispat hakkı pahasına, hukuka aykırı delillerin kullanımına izin verilmez. Bu nedenle, hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin, bir vakıanın ispatında mahkeme tarafından dikkate alınmayacağı Kanunda açıkça düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından kendiliğinden göz önüne alınması ve delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi halinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.(1)

Yukarıda açıklandığı gibi ana kural hukuka aykırı delillerin ispat aracı olarak kullanılamayacağı olmakla beraber bir takım içtihatlarla bu kurala istisnalar getirilmiştir. Delil ve ispat kavramları çok geniş kavramlar olduğundan bu yazıda sadece; gizlice alınan ses ve görüntü kayıtlarının, şahsa ait özel eşyaların boşanma davalarında delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı Yargıtay kararlarıyla birlikte incelenecektir. Yargıtay bir delili değerlendirirken delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak üretilmesi konusunu ayrı ayrı incelemiştir. Sırf ilgili davada delil olarak kullanılması amacıyla taraflardan biri tarafından diğerinin haberi ve izni olmaksızın oluşturulmuş belgeleri delil olarak kabul etmemektedir. Bunun dışında eşlerin birlikte yaşadıkları ve evlilik birliği içerisinde ortak olarak kullandıkları konutu aile konutu olarak kabul etmiş olup eşlerden sadece birisine ait bir alan olarak kabul etmemektedir. Yani aile konutu içerisinde hukuka uygun olarak (zorlama, şiddet, tehdit, hile vs. olmadan) elde edilmiş deliller mahkeme tarafından kabul edilmektedir. Eşlerden birisi diğerine karşı aile konutunun kendi özel alanı olduğunu iddia edememektedir.

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2011/2-703 K. 2012/70 T. 15.2.2012 tarihli kararında aynen

“Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir.”  demektedir.

Yukarıdaki karardan da anlaşılacağı üzere hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan bir delil somut olaya göre delil olarak değerlendirilebilecek olsa da delil olarak kullanılmak amacıyla usulsüz olarak oluşturulduğundan delil olarak değerlendirilemeyecektir.

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2013/4-1183 K. 2014/960 T. 26.11.2014 tarihli kararında  bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Davacının konuşmalarının kendisinden habersiz olarak davalı B.’nin yönlendirmesi ile diğer davalılarca kaydedildiği ve kayıt yapan davalıların davacıyı konuşmaya ve kendisini yönlendirmeye çalıştıkları bilirkişi tarafından dökümü yapılan kayıtlarından da anlaşılmaktadır. Bu nedenle, bu delilin hukuka aykırı olarak elde edildiği dosya kapsamı ile sabittir.” demektedir. 

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi boşanma davasında eşlerden birinin diğer eşin haberi olmadan eve yerleştirmiş olduğu ses kayıt cihazının delil olarak kullanılıp kullanılmayacağı ve ses kayıt cihazının özel hayatın gizliliğini ihlal edip etmeyeceğini değerlendirdiği 2007/17220 E. 2008/13614 K. ve 20.10.2008 Tarihli kararında eşler arasındaki sınırı şu şekilde belirlemiştir;  “Sunulan delil, eşlerin birlikte yaşadıkları konutta, davalının bilgisi dışında koca tarafından hazırlanan bir sistemle elde edilmiştir. Yapılan bilirkişi incelemesi sonucu, CD’deki ses kayıtlarının, orijinal olduğu, üzerinde ekleme, çıkarma, kesinti ve kopyalama bulunmadığı tespit edilmiştir. Davalı-davacı, kayıt altına alınan konuşmaların kendisine ait olmadığına ilişkin bir iddia ileri sürmemekte, bu delilin özel hayatının gizliliği ihlal edilerek elde edildiğini belirterek karşı çıkmaktadır”… ‘’Bir delilin elde edilişi, kişilerin Anayasa ile tanınmış hakların ihlali suretiyle gerçekleşmiş ise, onun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulü gerekeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Delilin elde edilişinde hukuka uygunluk nedenleri varsa, o zaman kanuna aykırılık ortadan kalkar. Kuşkusuz Anayasaya göre; herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Ancak, evlilik birliğinde eşlerin, evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur.(TMK.m.185/3) Eşlerden birinin, bu alana ilişkin özel yaşamı, evlilikle bir araya geldiği ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşı olan diğer eşi de en az kendisininki kadar yakından ilgilendirir. O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşamı alanıdırBu alanla ilgili de eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekânı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tespit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz.’’ Yukarıda anılan karardan da anlaşılacağı üzere aile konutu içerisinde alınmış olan ses kaydı özel hayatın gizliliğini ihlal ederek alınmış sayılmamaktadır.

Yine aynı şekilde eşlerin birlikte yaşadıkları konutta elde edilmiş olan günlük, fotoğraf, mektup gibi belgelerde delil olarak kullanılabilecektir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2002/2-617 E. 2002/648 K. ve 25.09.2002 tarihli kararında “Ortak yaşanan evde bulundurulan not defterinin elde edilmesinde, hukuka aykırılık yoktur. Hukuka aykırı olarak elde edilen delilin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda da geçerli olan dürüstlük kuralı esas alınarak karar verilmeli ve bu konuda her somut olayda değerlendirme yapılmalıdır. Bu konuda ihlal edilen kanun hükmü ile ispatlanmak istenen menfaat arasında amaca uygunluk hususu da esas alınmalıdır. Diğer taraftan gizli şekilde ele geçirilen tüm deliller hukuka aykırı delil olarak değerlendirilmemelidir… Öncelikli olarak hayatın gizliliğinin korunması esas olmalıdır. Ancak somut olayın özelliği bu genel görüşten ayrılmayı gerektiren istisnalar içermektedir. Kullanılan deliller çalınmış, tehdit ya da zorla elde edilmiş ise burada hukuka aykırılık vardır. Hukuka aykırı yollardan elde edilmemiş deliller ise yasak bir delil olarak değerlendirilemez. Boşanma davası zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir davadır. Koca eşi ile birlikte yaşadıkları mekânda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya mektupları mahkemeye delil olarak verirse, bu deliller hukuka aykırı yollardan elde edilmediğinden mahkemede delil olarak değerlendirilir. Aynı evde yaşayan kadın, kocanın bu delilleri ele geçirilebileceğini bilebilecek durumdadır. Kocanın yatak odasındaki bir dolabın içinde ya da yatağın altında kadın tarafından saklanan bir not defterini ele geçirmesi, bu mekânın eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürdüklerini bir yer olduğundan kadın gizli mekân kabul edilemez. Hiç kimse evindeki bir mekânda bulduğu delili hukuka aykırı yollardan ele geçirmiş sayılmaz. Diğer taraftan özel hayatın gizli alanları, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebilir. Nasıl ki, kadın başka bir erkekle müşterek hanedeki yatak odasında sevişirken koca tarafından kapı kırılarak içeri girilmesinde hukuka aykırılıktan söz edilemezse, ortak yaşanan evde bulunduran not defterinin elde edilmesi de hukuka aykırı olarak değerlendirilemez. Eşlerin evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları yasal bir zorunluluktur. Kadının bu konulardaki özel yaşamı, evlilik ile bir araya geldiği hayat arkadaşı kocayı da en az kadın kadar ilgilendirmektedir. Bu nedenle de davalıya ait hatıra defterinin delil olarak değerlendirilmesinde kuşkuya düşmemek gerekir.”

Boşanma Davalarında Ses Kayıtlarının Delil Niteliği

Av. Yaşar ÖKSÜZ

 Av. Yaşar ÖKSÜZ

 20 Ocak 2017

Tüm davalarda olduğu gibi boşanma davaları bakımından da, tarafların dilekçelerinde iddia ettikleri hususları ispat etmesi gerekmektedir. Taraflar dilekçelerinde iddia ettikleri hususları ise kural olarak her türlü delil ile ispat edebilirler. Zira hukuk sistemimizde kural olarak ispat serbestliği bulunmaktadır. Bu sebeple ses, video vb. kayıtlar boşanma davalarında delil olarak kullanılabilir. Ancak bu kayıtların delil olarak kullanılabilmesi, ne şekilde elde edildiğine bağlıdır. Buna göre;
 
1. Usule Ve Yasaya Uygun Olarak Elde Edilen Ses, Video Vb. Kayıtlar Boşanma Davalarında Delil Olarak Kullanılabilir. 

Bir iddiada bulunan taraf iddiasını ispat etmek için usule ve yasaya uygun her türlü delile başvurabilir. Buna göre ses, video vb. kayıtlar da dava dosyasına delil olarak sunulabilir. Burada önemli olan mahkeme dosyasına sunulan ses, video vb. kayıtların “usule ve yasaya uygun” elde edilip edilmediğidir. Bir delilin usule ve yasaya uygun şekilde elde edilmesi, casus yazılımlar, hukuksuz dinlemeler, tehdit veya baskı altında alınması gibi hallerin bulunmamasını gerektirir. Hukuki sınırlar içerisinde elde edilen ses kaydı, video kaydı ve benzeri kayıtlar, boşanma davaları da dâhil tüm davalarda delil olarak kullanılabilir.
 
Ne var ki, Yargıtay yapmış olduğu değerlendirmelerde yalnızca bir ses, video ve benzeri kayıtlar ile bir vakıanın ispat edilebilmesinin mümkün olamayabileceğini ifade etmiştir.[1] Buna göre sunulan ses ve görüntü kayıtlarının başkaca deliller ile de desteklenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
 
2. Hukuka Aykırı Olarak “Yaratılan” Ses, Video Vb. Kayıtlar Boşanma Davalarında Delil Olarak Kullanılamaz. 

Bir delilin hukuka aykırı olarak yaratılması halinde bu delilin bir iddianın ispatında delil olarak kullanılması mümkün değildir. Bu çerçevede ses veya video kayıtlarının, birbirine eklenmesi, değiştirilmesi, bazı bölümleri çıkartılması veya içeriklerinin farklılaştırılması, tehdit ve baskı içerisinde alınması hallerinde delil olarak kullanılması mümkün olamayacaktır.
 
3. Hukuka Aykırı “Elde Edilen” Delil Bakımından Eski Ve Yeni Kanunun Bakış Açısı Birbirinden Farklıdır. 

Bir delilin hukuka aykırı elde edilmesi ile delilin hukuka aykırı yaratılmasını birbirinden ayırmak gerekir. Bir delilin hukuka aykırı yaratılmasında ortada ispat edilecek bir olay dahi bulunmayabilir. Ancak delilin hukuka aykırı elde edilmesinde ortada bir olay olmasına rağmen ispatında yasal yollara başvurulmamıştır.
 
Delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi bakımından Hukuk Muhakemeleri Kanunu (Yeni Kanun) ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (Eski Kanun) arasında farklılıklar bulunmaktadır.
 
a) HUMK (Eski Kanun) Bakımından: 

HUMK’da bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi durumunda nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususu belirtilmemiştir. HUMK’da düzenlenmeyen bu hususta doktrindeki farklı görüşler ile Yargıtay içtihatları belirleyici olmuştur. HUMK’nun yani eski Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde müşterek konut içerisinde alınan ses kaydının hukuki durumunu değerlendiren 2008 tarihli Yargıtay içtihadında[2] müşterek konut içerisinde özel hayattan söz edilemeyeceği ve bu alan içinde aile hayatının özel hayattan daha üstün geldiği ifade edilmiştir. Bu sebeple de aile hayatının özel hayattan üstün tutulduğu müşterek konut içerisine diğer eşin bilgisi dışında gizlice ses kayıt cihazı yerleştirilebileceği ve bu şekilde elde edilen delilin hukuka uygun olduğu değerlendirilmiştir.
 
b) HMK (Yeni Kanun) Bakımından: 

12.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (yeni kanun) 189/2. maddesinde ise açıkça “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.” denilmiştir. Bu sebeple kanunun açık hükmü gereğince bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmiş olması da tıpkı hukuka aykırı olarak yaratılması gibi bir olayın ispatı bakımından delil niteliği taşımayacaktır. Nitekim Yargıtay’ın yapmış olduğu değerlendirmeler de bu yöndedir.[3]
 
Kanunun açık hükmü ve Yargıtay’ın bu yöndeki içtihatları gereğince artık bir konuşma esnasında karşı tarafın bilgisi ve rızası olmaksızın kayda alınan ses kaydı, video kaydı vb. kayıtların bilgisi olmayan taraf aleyhine delil olarak kullanılması mümkün olmadığını ifade etmek gerekir. Buna göre müşterek konut içerisine bir dinleme cihazı yerleştirilerek alınan kayıtların ya da taraflardan birinin diğerinin rızası olmaksızın telefon konuşması esnasında aldığı ses kayıtlarının delil vasfı bulunmamaktadır. Kayda alınan bu konuşmanın ev içerisinde ya da dışarıda olması da önem arz etmeyecektir. Burada önemli olan kayıt konusunda karşı tarafın bilgisi ve rızasının olup olmamasıdır. Rıza kayıt alındığı esnada verilebileceği gibi daha sonra da verilebilir. Söz gelimi ev içerisine tarafların bilgisi dâhilinde kayıt cihazı yerleştirilmiş ise bu kayıtların delil olarak kullanılabilir.
 
4. Müşterek Konut İçerisine Diğer Eşin Rızası Olmaksızın Kayıt Cihazı Yerleştirilmesi Boşanma Sebebidir. 

Yargıtay yapmış olduğu değerlendirmelerde, müşterek konut içerisine ses kayıt cihazı yerleştirmenin hukuka aykırı olmasının da ötesine geçerek bunun bir boşanma sebebi olduğunu değerlendirmiştir. Nitekim Yargıtay’ın 24.10.2011 tarihinde yapmış olduğu değerlendirmede;
 
“..davacı koca, ortak konuta eşinden gizli dinleme cihazı yerleştirerek eşinin güvenini sarsması ve ailesinin evliliğe müdahalesine tepkisiz kalması nedenleriyle kusurludur. Bu nedenle, mahkemenin tarafları eşit kusurlu kabul ederek, eşit kusur kabulüne bağlı olarak davalı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar vermiş olması isabetsizdir.”[4]denilmektedir.
 
Yüksek Mahkeme yapmış olduğu bu değerlendirmede, hukuka aykırı elde edilen delilin bir iddianın ispatında kullanılamayacağının yanı sıra, müşterek konuta diğer eşin rızası olmaksızın ses kayıt cihazı yerleştirilmesinin güven sarsıcı bir davranış olduğunu ve bir boşanma nedeni olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay bu değerlendirmesinde, bireylerin anayasal hakları göz önüne almıştır. Nitekim eşler arasında aile hayatı da bulunsa, herkesin kendisine ait bir özel hayatı vardır. Aile hayatının özel hayattan öncelikli olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira Anayasa’mızda herkes, özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir denilmektedir. Bu hususları göz önüne alan Yargıtay, müşterek konut içerisine yerleştirilen ses kayıt cihazının eşlerin birbirine güvenini sarstığı ve boşanma nedeni oluşturduğu değerlendirmesinde bululmuştur.
 
5. “Önceden Hazırlıklı Ve Planlı Şekilde” Alınan Ses Kayıtları Suç Oluşturur. 

Hukuka aykırı olarak elde edilen deliller boşanma davasında delil olarak kullanılamayacağı gibi, TCK bakımından da suç unsuru oluşturmaktadır.[5] Buna göre “önceden hazırlıklı ve planlı şekilde” alınan ortam dinlemesi şeklindeki ses kaydı, video kaydı ve benzeri kayıtlar TCK kapsamında suç sayılacaktır. Ancak kişinin ani gelişen bir durum karşısında bir vakıanın ispatını sağlayabilmek amacıyla plansız, önceden kurduğu bir düzenek olmaksızın aldığı ses, video ve benzeri kayıtlar suç olarak değerlendirilmemektedir.[6]

—————————-
[1] T.C. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, E. 2013/19577K.,  2014/1926, T. 5.2.2014
[2] T.C. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi E. 2007/17220 K. 2008/13614 T. 20.10.2008
[3] T.C. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, E. 2012/22755, K. 2013/2, T. 14.1.2013
[4] T.C.Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, E. 2010/16117, K. 2011/16745, T. 24.10.2011
[5] T.C. Yargıtay 12. Ceza Dairesi, E. 2014/11623, K. 2015/20, T. 12.1.2015
[6] T.C. Yargıtay 12. Ceza Dairesi E. 2013/8151, K. 2014/1609 T. 27.1.2014

Boşanma Davasında Gizli Ses Kaydı Delil olur mu?

Anasayfa Hukuk Köşesi→ Boşanma Davasında Gizli Ses Kaydı Delil Olur Mu?

ALDATMAYA DAYALI BOŞANMA DAVALARINDA GİZLİ SES VE GÖRÜNTÜ KAYDI DELİL OLARAK KULLANILABİR Mİ?

Boşanma davalarında aldatıldığını öğrenen eşin, boşanma davasında aldatılma vakasını ispatlayabilmek adına ses ve görüntü kaydı yapıp yapamayacağı ve en önemlisi de aldatan eşin bilgisi olmaksızın yapılan bu gizli ses ve görüntü kayıtlarının mahkemede geçerli ve yasal bir delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı her zaman merak konusu olmuştur.

Eşler arasında aldatma olarak tabir edilen eylem Türk Medeni Kanunu’nun 161. Maddesinde “Zina” başlığı altında düzenlenmiş olup buna göre;

Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Affeden tarafın dava hakkı yoktur.

Denilerek, zina yani aldatma eylemine dayanarak boşanma davası açılabilmenin yasal şartları belirtilmiştir.

Eşinin kendisini aldattığını öğrenen eş, aldatmayı öğrendiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde boşanma davasını açmalıdır. Bunun tek istisnası aldatan eşin aynı kişiyle eşini aldatmaya hale devam etmesidir. Aldatmaya dayalı dava açma hakkı aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren 5. yılın sonunda ve affetme halinde her halükarda ortadan kalkar.

Aldatıldığını öğrenen eşin TMK 161. Maddede belirtilen şartlar dahilinde eşine karşı aldatmaya dayalı boşanma davası açmaya karar vermesi üzerine burada ortaya çıkan ikinci mesele aldatmanın mahkeme önünde inandırıcı ve yasal olarak geçerli deliller ile ispatlanabilmesidir.

Aldatmanın ispatında aldatılan eşin başvurduğu yollardan bir de aldatan eşin aldatma eyleminin veya eşini aldattığına dair beyanlarının onun bilgisi ve rızası olmaksızın ses veya görüntülü kayda alınmasıdır.

Kayda alma işlemi tarafların müşterek konutuna yerleştirilmiş bir ses veya görüntü kaydedicisi ile yapılabileceği gibi bugün kullandığımız akıllı telefonların kayıt edici cihazları ile de mümkündür.https://www.tunayegin.av.tr/Resim/Upload/gizli-ses-kaydi.jpg

Bu şekilde elde edilen ve aldatan eşin açıkça aldatmayı ikrar ettiği ses ve görüntü kayıtları veya bizzat aldatmanın ses ve görüntü kayıtları mahkemede delil olarak kullanılabilir mi?

Burada hukuki olarak tartışılan asıl konu, aldatan eşin bilgisi ve rızası olmaksızın ses ve görüntü kaydının alınmasının, bu kayıtlarda aldatmayı ikrar ediyor olsa bile bu durum aldatan eşin “özel hayatına yapılan haksız müdahalemidir ve sırf bu nedenle de elde dilen delil hukuka aykırı olarak elde dilmiş geçersiz bir delil midir?

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 26.11.2014 TARİH VE 2013/4-1183 E. VE 2014/960 K. SAYILI KARARINDA

“Usulsüz Olarak Elde Edilen Bir Delil Somut Olayın Özelliğine Göre Değerlendirilebilirse de Usulsüz Olarak Yaratılan Bir Delilin Hiçbir Şekilde Delil Olarak Kabulünün Olanaklı Olmadığı”

Belirtilmektedir. Bu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı’nın devamında da;

“Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de Hukuk Genel Kurulu kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir”

“Diğer taraftan Özel Daire bozma ilamında belirtilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararında; katılanın, sanıklar ile aynı ortamda ve telefonda yaptığı görüşmeleri cep telefonuna kayıt etmek suretiyle elde ettiği kayıtların, 5237 sayılı TCY’nın özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar kapsamında kabulü olanaklı değildir. Zira, katılanın kastı, bir başkasının özel hayatına müdahale olmayıp, kendisine karşı işlendiğini düşündüğü suçla ilgili olarak kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engellemek ve yetkili makamlara sunmak amacına yöneliktir.”

Denilerek bizim konumuzdaki aldatılan eşin, sırf aldatılma vakasını ispatlayabilmek için aldatan eşin ses ve görüntü kayıtlarını onun rızası hilafına ve bilgisi dışında alması ile elde edilmiş delillerin hukuka uygun olup olmadığı ve delil olarak mahkemece de değerlendirilebilip değerlendirilemeyeceği konusu netleştirilmiştir.

Burada önemli olan aldatılan eşin, aldatan eşinin ses ve görüntü kayıtlarını sırf aldatma vakasını ispatlayabilmek ve mahkemeye delil olarak sunabilmek için almış olmasıdır.

Özel hayatın gizliliğine aykırı davranmamak nasıl bir hukuki yükümlülük ise, eşlerin evlilik birliği içerisinde birbirlerine sadık kalması da aynı oranda hukuki bir yükümlülüktür. Aldatan eşin, hukuki bir yükümlülük olan sadakan yükümlülüğüne aykırı davranmış olması kendi içinde hukuka aykırı bir eylem olduğundan, sırf bu hukuka aykırı eylemi ortaya çıkartmak için aldatan eşin gizli ses ve görüntü kayıtlarının onun bilgisi dışında kayda alınması hukuka aykırı bir eylem olmaktan çıkmaktadır. Zira evlilik birliği içindeki sadakat yükümlülüğü söz konusu olduğunda asıl olan ailenin özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığıdır ve ailenin özel hayatına aykırı davranan aldatan eşin, sırf aldatmayı ispat etmek için alınmış ses ve görüntü kayıtları için benim özel hayatımın gizliliğine girilerek bu deliller elde edilmiştir ve bu yüzden de değerlendirmeye alınamaz diyemeyecektir.

Antalya boşanma davalarında sayı olarak Türkiye sıralamasında en üstlerde yer alan bir şehirdir ve şehrin turizm şehri olması, yaz mevsiminin çok uzun sürmesi gibi nedenlerle aldatma vakalarının ve doğal olarak da aldatmaya dayalı boşanma davalarının çok sık yaşandığı bir yerdir. Antalya boşanma avukatı olarak sık sık bu tür davalarda müvekkillerin yasal haklarının korunması için boşanma davalarında görev almaktayız ve bu boşanma davaları içinde de aldatma vakasını ispatlamak için aldatan eşin ses veya görüntü kayıtlarını kullanmaktayız.

HUKUKA AYKIRI DELİLİN HÜKME ESAS ALINAMAYACAĞI – KURGU SONUCU OLUŞTURULMUŞ CD – BOŞANMA

27 ARALIK 2016

Özet: Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir. Kaldı ki, bir an için delil olarak kabul edilse dahi ne CD içeriği, ne savcılık evrakı ve icra dosyaları ne de tanık beyanları davalının kusurlu olduğunu ispata yeterli bulunmamıştır. O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
E: 2011/2-703 K: 2012/70 K.T.: 15.02.2012 

Taraflar arasındaki “Boşanma (Kusur Tespiti)” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 1.Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.02.2010 gün ve 2009/1074 E., 2010/77 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 15.12.2010 gün ve 2010/8335 E., 2010/21119 sayılı ilamı ile,

Davacı, boşanma ile ilgili hüküm kesinleşmeden önce 07.07.2009 tarihinde ölmüştür. Davacının mirasçıları Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi gereğince davalının kusurlu olduğunun tespitini istemişlerdir.

Mahkemece dava kabul edilip davalının daha fazla kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. Taraflardan ve üçüncü kişilerden aktarılan olaylar hükme esas alınamaz. Davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı davalının kusurlu olduğunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile davalının kusurlu olduğunun tespitine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı Vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, boşanma istemine ilişkin olmakla birlikte, yargılama aşamasında davacı öldüğünden davaya kusur tespiti davası olarak devam olunmuştur. Davacı T. vekili dava dilekçesinde, taraflar arasındaki evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığı iddiasıyla tarafların boşanmalarına, davacı yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Davalı N. vekili, iddiaların asılsız olduğunu taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığını, davacının temyiz kudretine sahip olmadığını belirterek davanın reddini savunmuş; aksi halde maddi manevi tazminata birleşen davada da nafakaya hükmedilmesini istemiştir.

Yargılama sırasında davacıya kızı S. vasi olarak atanmıştır. Mahkemece davalının daha fazla kusurlu kabul edilerek verilen davanın kabulüne ilişkin ilk karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, dosyaya sunulan nüfus kayıt örneğinden davacı T.’nin 07.07.2009 tarihinde öldüğünün anlaşıldığına işaretle evliliğin ölüm ile son bulduğu, davanın konusunun kalmadığı, bu konuda bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerektiği, gerekçesi ile karar bozulmuş; bunun üzerine davacı mirasçıları S. vs. vekili 4721 sayılı Medeni Kanunu (TMK)’nun 181. maddesi uyarınca inceleme yapılarak davalının kusurlu olduğunun tespitine karar verilmesini istemişler; mahkemece bozma ilamına uyularak davaya kusur tespiti davası olarak devam olunmuş ve davalı Nuray Ö.’in daha fazla kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiş; davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle ikinci kez bozulmuştur. Mahkeme, tanık anlatımları dışında başka delillere dayanarak kusur tespitine karar verdiğini, savcılık evrakı, icra dosyaları ve CD kayıtlarında taraflar arasında geçen konuşma sonucu davalının davacıya ekonomik şiddet uyguladığı gerekçesiyle önceki kararında direnmiş; hükmü davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosyada mevcut delillerin davalının evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında kusurlu kabul edilmesine yeterli olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle mahkemece direnme kararında gerekçe olarak dayanılan ses ve görüntü kaydı içeren CD delilinin, hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil niteliğinde olup olmadığının çözümü gerekmektedir: Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesinden önceki dönemde, hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda açık bir düzenleme bulunmamakta; konu öğretide yer alan bilimsel görüşler ve yargısal uygulama ile şekillenmekteydi. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “ispat hakkı” başlığını taşıyan 189. maddesinin 2. fıkrasında yer alan; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olamayacağı kabul edilmiştir. Böylece ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması esası getirilmiştir. Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle, yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re’sen göz önüne alınması ve delilin her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi halinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

Bu yasal düzenleme öncesinde, hukuki nitelendirme açısından, öğretide nasıl bir yaklaşımın benimsendiğinin irdelenmesinde de yarar vardır: Berkin, usulsüz veya kanunsuz yahut hukuka aykırı yoldan elde edilmiş delile dayanılarak hüküm verilemeyeceği; örneğin posta memuru ile anlaşarak ele geçirilmiş ve mahkemeye sunulmuş olan başkalarına yazılmış mektupların veya evli erkeğin ilişki kurduğu ve ileride evlenmek istediği kadına yazdığı mektupların çalınarak boşanma davasında delil olarak kullanılmasının caiz olmadığı, görüşündedir (Bkz. Prof. Dr. Berkin N. Tatbikatçılara Medeni Usul Hukuku Rehberi İst.s.734). Üstündağ, hukuka aykırı yollardan elde edilmiş olan delillerin değerlendirilmesi konusunda usul kanunumuzda bir hüküm bulunmadığını belirtmekte; sesin gizlice banda alınması halinde buna daha sonra bir ispat vasıtası olarak dayanmanın mümkün olduğunu açıklamaktadır. Örnek olarak Alman Mahkemesinin kararı alınarak, bu karara göre, insan seslerinin konuşanın muvafakati olmaksızın tespiti kişilik haklarına bir saldırı olmakla beraber, gizli ses almayı haklı kılan nedenlerin mevcudiyeti halinde bu şekilde bir tecavüze müsaade edilmesi gerektiğinin kabul edildiğini belirtmektedir. Alman Mahkeme kararına esas teşkil eden olayda evli kadın, kocasına defalarca hakaret etmiş ve bütün bunları da mahkemede inkâr edeceğini de ilave etmiştir. Bunun üzerine koca açmayı tasarladığı boşanma davası için bu sahneleri teybe almıştır (Bkz. Prof. Dr. Üstündağ – S. Medeni Yargılama Hukuku C.1-II, İst.2000 S.267 ve 762). Prof. Dr. Pekcanıtez’e göre, kişilik haklarının, özel yaşam alanı ve sır alanının ihlali sonucu elde edilen teyp bandı, fotoğraf, çalınmış veya el konulmuş aşk mektupları delil olarak değerlendirilemez. Hukuka aykırı olarak elde edilen delilin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda da geçerli olan dürüstlük kuralı esas alınarak karar verilmeli ve bu konuda her somut olayda, o olayın özelliğine göre değerlendirme yapılmalıdır.

Bu konuda ihlal edilen kanun hükmü ile ispatlanmak istenen menfaat arasında amaca uygunluk hususu da esas alınmalıdır. Diğer taraftan gizli şekilde ele geçirilen tüm deliller hukuka aykırı delil olarak nitelendirilmemelidir. Örneğin bir telefon görüşmesinde, telefondaki ses yükseltici veya ikinci bir dinleme aleti sayesinde tarafların söylediklerinin duyulması sonucu yapılan açıklamalar ve bu konudaki tanıklık geçerli olmalıdır. Kişilik hakkının ihlali sonucu elde edilen delilin kullanılmasına hakkı ihlal edilen kişi izin verirse bu delil mahkemece kullanılabilir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku, 2.Bası, Ankara 2001/s.390 vd.). Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı Ceza Yargılamaları Usulü Kanunu(CMUK) ’nda gerekse de 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)’nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 s. CMUK’un 254/2.maddesinde “koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.” Denilmiş; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delillerin Ortaya Konulması Ve Reddi” başlıklı 206.maddesinin 2.fıkrasının (a) bendinde “ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak edilmesi halinde reddolunacağı” düzenlenmiştir. Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizli alanı dediğimiz ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin kişinin cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu, kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun söz konusu delil Ceza Mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder (Öztürk, B. Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları , Ank. 1995, S.116 vd.). Yargısal uygulamada somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.09.2002 tarih ve 2002/2-617 E. 2002/648 sayılı kararında evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal nedenine dayalı boşanma davasında davalı kadına ait günlüğün delil olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışılmış ve kararda bu konuya ilişkin olarak aynen; “‘Zehirli ağacın meyveleri’ olarak ifade edilen hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda açık bir düzenleme bulunmamaktadır.” tespiti yapıldıktan sonra yukarıda da işaret olunan öğretideki görüşlere yer verilmiş; ardından tarafların birlikte yaşadığı evde, davalı evi terk ettikten sonra kilitli olmayan yerden elde edilip mahkemeye sunulan zor ve tehdit ile ele geçirildiği savunulmayan ve davalı tarafından tutulduğu tartışmasız olan …defterin yukarıda anılan görüşler doğrultusunda delil olup olmadığı değerlendirilmiştir. Sonuçta: “öncelikli olarak özel hayatın gizliliğinin korunmasının esas olduğu; ancak somut olayın özelliğinin bu genel görüşten ayrılmayı gerektiren istisnalar içerdiği; kullanılan deliller çalınmış, tehdit ya da zorla elde edilmiş ise burada hukuka aykırılığın olacağı, hukuka aykırı yollardan elde edilmemiş delillerin ise yasak bir delil olarak değerlendirilemeyeceği; boşanma davasının zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir dava olduğu ve kocanın eşi ile birlikte yaşadıkları mekanda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya mektupları mahkemeye delil olarak verilmesi halinde, bu deliller hukuka aykırı yollardan elde edilmediğinden mahkemede delil olarak değerlendirileceği; aynı evde yaşayan kadının, kocanın bu delilleri ele geçirilebileceğini bilebilecek durumda olduğu, kocanın yatak odasındaki bir dolabın içinde yada yatağın altında kadın tarafından saklanan bir not defterini ele geçirmesinin, bu mekan eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürdükleri bir yer olduğundan kadın için gizli mekan kabul edilemeyeceği; hiç kimsenin evindeki bir mekanda bulduğu bir delili hukuka aykırı yollardan ele geçirmiş sayılamayacağı, özel hayatın gizli alanlarının, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebileceği” vurgulanarak davalıya ait günlük delil olarak kabul edilmiştir. Kararda üzerinde önemle durulan husus, delilin hukuki yollardan elde edildiğinin kabulüdür. Yine Hukuk Genel Kurulu’nun 28.05.2003 gün ve 2003/1-374 E- 2003/370 K. sayılı ilamında ise: davacı tarafça muvazaanın kanıtı olarak sadece video kaseti deliline dayanılmış; kararda video kasetinin hukuka aykırı delil olmamakla birlikte, murisin ses ve görüntüsünün kaydedildiği ortam, murisin ses ve görüntüsünün alındığı tarih itibariyle yaşlı, hastalıklar içinde kıvranan, hastaneden çıkmak için yardım bekleyen, her türlü etkiye açık bir kişi olması nedeniyle bu delilin başlı başına muvazaaya kanıt olamayacağı kabul edilmiştir.

Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de Hukuk Genel Kurulu Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir. Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir.

Somut olaya gelince; Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir. Kaldı ki, bir an için delil olarak kabul edilse dahi ne CD içeriği, ne savcılık evrakı ve icra dosyaları ne de tanık beyanları davalının kusurlu olduğunu ispata yeterli bulunmamıştır. O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 15.02.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

Download PDF

Bilgi paylaştıkça güzel:

Benzer kararlar:

BOŞANMA DAVASI İÇİN ÖZEL YETKİ İÇEREN VEKALETNAME SUNULMASI GEREKTİĞİ – SÜRESİ İÇERİSİNDE ÖZEL VEKALETNAME SUNULMAZ İSE YETKİSİZ VEKİLİN TEMYİZ İTİRAZLARININ İNCELENEMEYECEĞİ

VELAYET İSTEMİ – BOŞANMA DAVASI – NAFAKA – MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

TARAFLARIN AYNI EVDE YAŞAMASININ, EVLİLİK BİRLİĞİNİN ÇEKİLEBİLİR OLDUĞUNU GÖSTERMEYECEĞİ – FİZİKSEL ŞİDDETİN İSPATLANAMAMASI – HAKARET

Filed Under: Genel

Reader Interactions

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum

İsim *

E-posta *

İnternet sitesi

 Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.

This site usesAkismettoreducespam. Learn how yourcommentdata is processed.

PrimarySidebar

Searchthiswebsite